25 Ekim 2016 Salı

Soğuk Savaş

İki süpergüç olan ABD önderliğinde Batı Bloku ile Sovyetler Birliği'nin önderliğinde Doğu Bloku ülkeleri arasında 1947'den 1991'e kadar devam etmiş olan uluslararası siyasi ve askeri gerginliktir.Soğuk Savaş döneminde NATO, "Batı İttifakı" olarak da biliniyordu. Batı Bloku NATO üyesi ve üyesi olmayan diğer ABD ile müttefik olan kapitalist ve antikommunist ülkelerden, Doğu Bloku ise Varşova Paktı'na üye olan komünist ve bu pakta üye olmayan diğer komünist ülkelerden oluşuyordu. Bu iki karşıt blokun yanı sıra hiçbir bloku da desteklemeyen Bağlantısızlar Hareketi isimli üçüncü bir blok daha vardı. Çin Halk Cumhuriyeti ve Yugoslavya hem Doğu Bloğu ülkeleri, hem de Bağlantısızlar Hareketi ülkeleriydi. Bu iki komünist ülkenin her iki blokta da olmasının nedeni Sovyetler Birliği ile olan görüş farklılıklarıydı.
II. Dünya Savaşı'nın ardından birçok ülkede halk demokrasileri kurularak sosyalist düzene geçilmesi ve sosyalist hareketlerin birçok ülkede yayılması, ABD tarafından tepkiyle karşılandı. 5 Mart 1946'da, eski İngiliz Başbakanı ve Batı'nın önde gelen siyasetçilerinden W. Churchill, Amerika'nın Fulton (Missouri), kasabasında, Başkan H. Truman'ın yanında Sovyetler Birliği'ne karşı bir siyasal savaş ilan eden ve Demir Perde ifadesine yerveren ünlü konuşmasını yaptı. Churchill, Anglo-Sakson ülkelerindeki yöneticileri, sosyalizme karşı güçbirliği oluşturmaya çağırdı.Bu konuşma, uluslararası arenada Batı Bloku için bir eylem planı oldu. Böylece bir silahlanma yarışı başlatılarak SSCB ve bağlaşıkları çerçevesinde Amerikan üslerinin ve askeri blokların kurulmasına yönelik, Soğuk Savaş dönemi açıldı. ABD, SSCB ve öteki sosyalist ülkelere karşı çevreleme stratejisi izledi. 1947' Martı'nda ABD Başkanı Truman, SSCB'nin tehdidi altında olduğu ileri sürülen ülkelere ekonomik ve askersel yardıma dayalı doktrini ilan etti. Bir ay sonra Moskova'da toplanan Müttefikler arası konferans başarısızlıkla sonuçlandı ve tarafların faşist işgalinden kurtardıkları topraklar üzerinde ayrı varlıklarını sürdürmeleri son bulmadı.
Mayıs ayında İtalya ve Fransa hükümetlerinde yer alan komünist partisi üyesi bakanlar, görevlerinden ayrılmak zorunda bırakıldı. 1947 Mayısı'nı belirleyen asıl olay, Marshall Planı'nın açıklanması oldu. Çin'de Çan Kay Şek'in konumlarını savunmaları olanaksız hale gelişi karşısında ABD, Truman Doktrini'yle öngörülen yardımı, Almanya'nın da içlerinde bulunduğu Avrupa ülkelerine yöneltmeyi, böylece ekonomik yardım sağlama umuduyla Doğu Avrupa'daki halk demokrasili ülkeleri de kendine çekmeyi hedefledi lakin Doğu Avrupa ülkeleri Temmuz 1947'de Marshall Planı'nı reddetti. Aynı yılın ekim ayında SSCB ve sosyalist ülkelerin dış siyasetini eşgüdümlü kılmaya dönüm olarak Kominform kuruldu. 1948 Şubatında Çekoslavakya'da halk demokrasisinin yerleşmesi karşısında, Batılı ülkeler Almanya'nın kendi işgalleri altında tuttukları kesiminde bir oldu-bitti yaratmaya yöneldiler. Bu gelişme üzerine ilan edilen Berlin Ablukası (Haziran 1948- Mayıs 1949) Soğuk Savaş'ın tırmanışında önemli bir dönemeç oldu. 1949 Nisanı'nda NATO'nun kuruluşunun ABD ve bağlaşıklarınca ilan edilmesinin ardından Mayıs-Kasım arasında Almanya'da iki ayrı devlet kuruldu. Bu süreçte Eylül 1949'da SSCB'nin de ilk atom bombasını yaptığını açıklaması ABD'nin bu alandaki tekel durumuna son verdi. Soğuk Savaşının doruklarından biri, kuşkusuz 1950'de başlayan Kore Savaşı oldu; o kadar ki BM'nin Güney Kore'yi desteklemesi üzerine, bir dünya savaşının patlak vermesi tehlikesi doğdu.
1953'de Stalin'in ölümünün ardından Temmuz'da Kore'de yapılan ateşkes ile soğuk savaşa göreceli bir yumuşamanın geldiğini görmekteyiz. Mayıs 1955'de Varşova Paktı'nın kurulmasının ardından Temmuz'da Cenevre'de yüz yüze gelen ABD ve SSCB temsilcileri, dünya çapında silahsızlanma konusunda herhangi bir somut sonuç alamadılarsa da, bir başına böylesi bir konferansın toplanması bile, gerginliğin azaltılması yolunda önemli bir adım oldu. 1957'den başlayarak soğuk savaşın varlık nedeni gitgide azaldı. Bu bağlamda 1958'de Cenevre'de nükleer denemeleri durdurma yönünde yapılan görüşmeleri , 1959'da Eisenhower - Kruşçev görüşmesi izledi. 1960'la birlikte SSCB'nin yoğunlaştırdığı barış içinde yanyana yaşama siyaseti, dünya ölçüsünde geniş yankılar uyandırdı. 1962 Küba bunalımını izleyen dönemde 1963'de ABD ile SSCB arasında nükleer denemeleri durdurmaya ilişkin Moskova Antlaşması imzalandı. 1950'li yıllara damgasını vuran soğuk savaş, güç gösterileri, siyasal tehdit ve şantajlar, yıkıcı ve bölücü etkinlikler, psikolojik savaş yöntemleri, kışkırtıcı propaganda vb. yöntemlerde kendini ortaya koydu. Moskova Antlaşması'yla açılan soğuk savaştan yumuşamaya doğru yönelim, 1975 Helsinki Nihai Senedi'in imzalanmasıyla siyasal düzeyde önemli bir başarıya ulaştı.Fakat 1980 sonrasında ABD tarafından başlatılan yumuşamaya son verip soğuk savaşı tırmandırma siyaseti, değişik olaylar bahane edilerek, yeniden uluslararası siyasette etkili oldu. 1985 sonlarında gerçekleşen Gorbaçov - Reagan zirvesi bu gelişimi engelleme yönünde atılan önemli bir adım oldu.
II. Dünya Savaşından sonra Doğu ve Batı bloklarının zaman zaman savaş çıkarma tehditleri bütün dünyada gerginlik yaratmıştır. Bu dönemde, insanlarda nükleer kıyamet paranoyası doğmuş, dünya devletleri ise bu iki bloktan birinin yanında yer almaya çalışmışlardır. Gerginlik hiçbir zaman taraflar arasında sıcak savaşa dönüşmemiş olsa da taraflar her anlamda birbirlerini yıpratmaya çalışmışlardır. Genel kabule göre, Berlin Duvarı'nın yıkılışı kommunizmin çöküşüne zemin hazırlamış, Sovyetler Birliği 'nin dağılması ile de Soğuk Savaş bitmiştir. Soğuk Savaş sürecinde her iki tarafın potansiyelleri;
Doğu Bloku Ordusu:
  • 1800 Bombardıman Uçağı
  • 38.000 Tank
  • Nükleer 12, geleneksel 495 tane Denizaltı
  • 30 Kruvazör(189 refakat)
  • 7.7 milyon insan gücü
  • 700 MFBM, 75 ICBM nükleer füzeler
Batı İttifak Ordusu:
  • 2260 Bombardıman Uçağı
  • 16 000 Tank
  • Nükleer 32, geleneksel 260 Denizaltı
  • 66 Kruvazör(1107 refakat)
  • 76 Zırhlı ve Taşıyıcı
  • 8 milyon insan gücü
  • 250 MFBM, 450 ICBM nükleer füzeler
(NOT: Verilen sayılar yaklaşık değerlerdir.)
Bu şartlar altında olası bir nükleer savaş, dünya nüfusunu çok önemli derecede etkileyecek, yarattığı tahribattan dolayı çok fazla can ve mal kaybına sebep olacaktı.
Batı İttifakı ve Doğu Bloku ülkeleri askeri ve siyasi etkilerinin yanı sıra sanat, spor, edebiyat ve bilim gibi tüm alanlarda da birbirleri ile yarışmışlardır.Soğuk savaş Batı blokunun qalibiyyeti ile sonuçlanmıştır.

24 Ekim 2016 Pazartesi

22 Ekim 2016 Cumartesi

Amerikan Bağımsızlık Savaşı

Bir diğer adıyla Amerikan Devrimi.Savaş ABD-nin kurulması ile sonuçlanmıtır.Aslında savaş tam olarak bağımsızlık için başlamamış,sadece İngilterenin 7 yıl savaşlarındaki para kaybından dolayı Amerikadaki kolonilerine fazla vergi yüklemesinden doğmuştur.İngiltere ise yaranan küçük itirazları daha da sert şekilde yatırmaya çalışınca,Amerikadaki koloniler 35 binlik düzenli ordunun yanında 44 bin kişilik de milis küveti topladılar.Amerikanların donanımı ve eğitimi ingilizlerinkinden çok gerideydi,fakat ABD İngiltereye karşı Kıta Avrupasında diplomatik ilişkiler kurdu ve Fransayı,İspanyayı kendi yanına aldı.
 Savaş Amerikalı ayaklanmacılıların,silah depolarını imha etmek amacı ile İngiliz generel Thomas Gage komutasında orduyu Bostona göndermesi ile başlamıştır.Thomas Gage komutasındaki ordu görevini yerine getirmeyi becermiştir fakat,buna karşılık,Amerikalı ayaklanmacılar  Richard Montogomery komutasındaki ordu ile Kanadayı işğal etmiştir.Fakat daha sonra İngiliz orduları Amerikanları bozguna uğratdı ve Montogomeryi de savaşta öldürdü.Bunun üzerine Amerikanlar acısında durum daha da kötüleşti.1776-da İngilizler daha büyük bir kuvvetle New Yorku kuşatdı.Amerikalı ayaklanmacılara teslim olmaları durumunda aff  edilecekleri vaadı verildi.Fakat,bağımsızlık ilan eden Amerika bu teklifi redd etdi.Hal böyle olunca New York sert bir kuşatma altında tutulmaya devam etdi.İngilizler daha sonra George Washingtonu yenilgiye uğratdı ve Amerikan başkenti Philadelpiayı aldı.Amerikanlariçin savaş çok kötü yönde irerlerken,Amerikanları altdan destekleyen Fransa savaşa girdi.Fransanın  savaşa girmesi ile bir çok denge değişti,fakat Amerikada Corc Washington düzensiz ordularla İngilizleri yenemeyeceğini anlamıştı.Bu yüzden Friedrich Wilhelm von Steuben adlı bir Prusya subayını çağıran Amerikanlar 11 bin kişilik bir küveti sıkı bir eğitimden geçirdi.Bu  sıkı eğitimden geçen ordu 1778-de New Jerseyde Ingilizleri ağır bir yenilgiye uğratdı.New York kuşatmasındaki İngiliz ordusu ise orada takviyesiz bir şekilde takılıp kaldı.
 Avrupada İngiltereye karşı savaş açan Fransa,Hollanda ve İspanya Avrupada İngilizlere ağır darbeler vurdular.Hollanda ve Fransa gemileri İngiltere donanmasını çıkmaza soktu.Amerikada ise güclü Fransız ve İspa orduları Amerikanın güneyindeki İngiliz eyaletlerini ele geçirdi.Durum böyle olunca İngiltere savaşın kaybedildiğini anladı ve antlaşmaya hazır olduğunu bildirdi.
 Parisde görüşen yetkililer 25 kaşım 1783-de bir antlaşma imzaladı.Amerikanın bağımsızlığı İngiltere,Fransa,İspanya,Hollanda ve bir çok Avrupa devleti tarafından tanındı.

Savaştan sonra Avrupada ekonomik bunalım başladı.Bu bunalımdan en çok etkilenen ise Fransa idi ve bu da savaştan 6 sene sonra Fransız İhtilaline(1789) neden oldu.

21 Ekim 2016 Cuma

Merkezi İstihbarat Teşkilatı-CİA

İsmini bir çok yerde duyduğumuz,bir çok politik olayda ilk önce ismi geçen,bir örgüt-CİA.Amerika Birleşik Devletlerinde iki temel örgüt var.Birisi FBİ(Federal Soruşturma Bürosu) diğeri ise CİA(Merkezi İstihbarat Teşkilatı).Federal Soruşturma Bürosu,genelde ABD-nin iç işleri ile ilgilenir,temel görevleri,ABD-yi terörden korumak,ABD-yi içteki yabancı istihbarat ve casuslardan korumak,ABD-yi siber ve yüksel teknolojik suçlardan korumak,yolsuzluğa karşı mücadele,ülke içi ve ülkeye etkisi olan tüm suç örgütleri ile mücadele,önemli ve tehlikeli suçları araştırmak,yerel polis ve uluslararası polise ve eminiyyete destek olmaktır.FBİ-nin personel sayısı 35 binden fazladır.

CİA 1947 yılında Amerika Devlet Başkanı,Harry Truman tarafından Soğuk savaş döneminde kurulmuştur.Merkezi Virginia eyaletindeki Langleydedir.Baş Direktörlüğünü John Bernan yürütmektedir.CİA-nin kendi yasasına göre,kurum organizasyonunu,personel sayısını,personel maaşlarını,bütçesini saklı tutma hakkına sahiptir.CİA  Soğuk Savaş yıllarında,bir çok ülkede iç kargaşalar yaratmış,bir çok istihbarat bilgisi sızdırmıştır.CİA-nın arasından bir çok kişi çıkmıştır bunlardan en önemlisi George H.W. Bush-dur (Baba Buş).CİA-nın personel sayısı bazı kesin olmayan bilgilere göre 21 bin kişidir.CİA 4 temel organizasyonla  görevlerini yapar:

1.İstihbarat Direktörlüğü:
Toplanmış tüm istihbarat bilgilerini analiz etme,buna göre karar alma,ham istihbaratları tam istihbarat bilgisi haline getirme,kesinleştirme gibi bir çok görevi yerine yetirir.
  • Suç ve Narkotik Merkezi
  • Karşı-İstihbarat Merkezi/Analiz Grubu
  • Bilgi Operasyonları Merkezi/Analitik Grup halkası
  • Asya-Pasifik, Latin Amerika ve Afrika Analiz bürosu
  • Koleksiyon (Toplama) Stratejileri
  • Tüzel Araştırma grupu
  • Irak Analiz bürosu
  • Yakın Doğu ve Güney Asya Analiz bürosu
  • Politik Destek
  • Rusya ve Avrupa Analiz bürosu
  • Terörizmle mücadele bürosu
  • Uluslararası Sorunlar bürosu
  • Silah İstihbaratları, Karşı-Silahlanma ve Silah Kontrol Merkezi
  • İstihbarat Analizi Okulu

    2.Ulusal Gizli Servis Direktörlüğü yahut Operasyon Direktörlüğü
    CİA-nın en tehlikeli direktorluğudur.Başkanın onayı ile dış ülkelerde şantaj,karşı-terör,rehin alma,bombalama,fiziki ve psikoljik şantaj,suikast,gizli silah desteği gibi işleri yürütür.
  • Karşı-Silahlanma merkezi bölümü
  • Karşı-Terörizm merkezi bölümü
  • Karşı-İstihbarat merkezi bölümü
  • Bölgesel ve Uluslararası Sorunlar Bölümü
  • Teknoloji destek bölümü

    3.Bilim ve Teknoloji Direktörlüğü
    Temel görevi tüşkilat elemanlarına son teknolojiyi kullanmasını öğretmek,operasyonlarda son teknolojiyi kullanmaktır.Genelde güclü bilim adamları kadrosuna dahildir.On iki bölümü vardır:
  • İş Stratejileri ve Kaynakları bölümü
  • Teknoloji Yönetimi için genel bölümü
  • Bilim Adamı Şefliği
  • Geliştirme ve Mühendislik bölümü
  • Küresel Erişim ve İstihbarat bölümü
  • Görev Yöneticiliği ve Uzaktan Yönlendirme bölümü
  • Özel Faaliyetler (CIA'in gizli askeri eylem birimi olarak bilinmekte,insansız uçak saldırıları,özel teknolojik saldırıları yönetir.)
  • Özel İletişimler Programlamaları bölümü
  • Sistem Mühendisliği ve Analiz bölümü
  • Teknik Koleksiyon bölümü
  • Teknik Hızlılık bölümü
  • Genel Teknik bölümü

    4.Destek Direktörlüğü
    Bir baska adı Yönetim Direktorluğudur.Teşkilat personalının,teşkilat bilgilerinin,tesislerin güvenliğini sağlar.
  • Stratejik Kaynaklar bölümü
  • Kritik Görev Sigortası bölümü
  • Destek Koleji bölümü
  • Geleneksel Olmayan Destek bölümü
  • NRO Program Yöneticiliği bölümü
  • DNI Program Yöneticiliği bölümü
  • Kurum İşleri bölümü
  • Küresel Altyapı bölümü
  • Küresel Servisler bölümü
  • Tıbbı Servisler bölümü
  • Görev Entegrasyonu ve Dağıtımı bölümü
  • Personel Kaynakların Denetimi bölümü
  • Güvenlik ve Koruma bölümü

    CİA Suriye başta olmak üzere,bir çok ülke içinde ekiplere ve ajanlara sahiptir.Suriyede CİA-nın IŞİD,El-Nusra,PYD,Suriye ordusu içinde 10 bine yakın silahlıyı eğtdiği ve ajan olarak kullandığı tahmin ediliyor.Sovyetlerin dağılmasında da CİA-nın büyük rol oynadığı,Sovyetler içerisinde bir çok devlet adamını kendilerine bağladığı düşünülüyor.
    CİA,2007 yılında İran tarafından resmi olarak terrorist örgüt ilan edilmiştir.

  • Sağ ve Sol-Kısa tanımı

    Sağ ve Sol sözlerini hepimiz her yerde duymuşuzdur.Sağcı ve ye Solcu tanımlarını her kes kullanır.Fakat çoğu kişi bunun derin anlamını bilmez,sadece yüzelsey olarak bilir.
     Modern Batı dünyasında siyasi yelpaze,genel olarak sağ-sol ekseninde ifade edilir.Bu acıdan,gelenekçi,ahlaki ölçülü,düzenli idelojiler muhafazakarlık,milliyetçilik,faşizm gibileri sağı,enternasyonel,eşitlik tarafdarı,hümanist fikirlere sahip olan idelojiler,örneğin kommunizm,sosyalizm gibileri ise solu ifade eder.

    Peki,nasıl ortaya çıktı bu sağ-sol ayrımı ? Fransız İhtilali sırasında,farklı grupların oluşturduğu büyük meclisin (Tiers etat) ilk toplantısında,Kralı desteleyenler masanın sağ tarafına,burjuaziyi ve cümhuriyyeti destekleyenler ise sol tarafda oturur.Bu toplantıdan sonra sağ muhafazakarları ve monarşiden yana olanları,sol ise değişimi ve eşitlikten yana olanları temsil eder.
     Fakat iki asrlık kullanımında sağ-sol kavramlarına farklı anlamlar yüklenmiş ve bu durum biraz karışıklık yaratmıştır.Örneğin,ABD-de ve Avrupada liberalizm terimi o kadar geniş bir siyasi anlam kazanmıştır ki,artık kolay bir şekilde hem sağ,hemde sol  olarak sınıflandırıla bilir.
     Peki ideolojilerde sağ-sol terimlerini kullanmak ne derece doğrudur ? Aslında bu ideolojilere biraz karmaşıklık getirmektedir.Örneğin Nasyonal Sosyalizm totaliter bir yapıya sahiptir fakat,korperatif sosyalizmi desteklemetedir,Sosyalizm de kürülüsü gereği totaliterdır,bu iki ideolojinin ortak yanları her ikisinin de totaliter olması,fakat zıt düşen taraf ise sosyalizm ve korporatif bir şekilde örgütlenmiş devlet kaptalizmi modelleri.Yani her iki ideoloji hem aynı grupa giriyor,hemde girmiyor.Peki sağ ile solu ayıran en önemli farklar hangileridir ?

    1.Sağ ekonomide kapitalistdir,sol ise planlı ekonomi uygular.
    2.Sol devletin eşitliğin,sağ ise sert bir devletde insanların özgürlüğünü hedefler.
    3.Sol devletde sosyal-siyasi,sağ ise ekonomik bir özgürlük uygular.
    4.Sol insanların özel hataını ilgilendiren ahlaki konulara karışmaz,fakat sağ bu konularda müdahelecidir.
    5.Sol sosyal konularda (sağlık,eğitim) sorumluluk üstlenir,fakat sağ bunu topluma ve özel sektörlere bırakır(Sağda sosyal alanda istisnalar görüşmüştür)
    6.Sol devletin bütçe ve kamu harcamalarında sosyal güvenliği sağlamaya dikkat eder,sağ ise ekonomiyi özgür bırakır.
    7.Sol adil gelir dağıtımı yapar,sağ ise rekabet şartları ile gelir dağıtır.

    20 Ekim 2016 Perşembe

    Üstinsan mı ? Özgür insan mı ?

    Felsefe çok geniş bir alanı kaplamakta.Konuşmadan,hareketlerden,psikolojiden politikaya kadar bir çok konuyu kapsar.Tarihteki bir çok filozoflar politikada da büyük farklılıklar yaratmış,bir çok politik lideri de etkilemiştir.Örneğin Büyük İskenderin öğretmeni Aristodur.Genelde eski Yunanla anılan felsefenin köklerinin tarih öncesine kadar gittiği düşünülüyor.Fakat felsefede öyle ayrımlar vardır ki,bir çok şeye etki yapmıştır.Bunlardan birisi Üstinsan düşüncesidir.Üstinsan düşüncesine göre,Üstinsan,insanların ulaşa bileceği son mertebedir.Üstinsan lafı,ilk defa Romalı yazar Lucian tarafından kullanılmıştır.Üstinsan İslam ilminde de "İnsan-i Kamil" olarak geçmektedir.Bundan başka üstinsan Nesimi tarafından da "Kamil insan" olarak kullanılmıştır.Fakat Üstinsan terimine en iyi şekilde yer ayıran filozof her kesin zihninde fikirleri ile farklı bir şekilde kendine yer bulmuş olan  Friedrich Nietzchedir.Neitzcheye göre şimdiki insan hayvanla üstinsan arasındaki bir evredir ve bu evre geçilmelidir.Üstinsan,şimdiki insanötesi bir şeydir ve bizimgerçekte ulaşmamız gereken noktadır.Nietzche "Böyle buyurdu Zerdüşt" kitabında Üstinsana hitaben şöyle yazmıştır:

    "Yeryüzünün anlamı olacak İnsanötesi !Yalvarırım size,kardeşlerim,yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz edenlere.."

    Yani Nietzche insanların dinden dolayı,üstinsana ulaşamadıklarını,öbür dünyaya(hayali dünyaya) bağlı kalarak bu dünyayı da cehenneme çevirdiklerine inanmaktadır.Bu yüzendir ki,yaşadığı dönemde din adamları ve kilise tarafından çok sert eleştirilere maruz kalmıştır.Fakat Üstinsan daha sonra Nazilerce benimsendi ve ırkçılıkla aynı safhada kullanılmaya başladı.Alman felsefesine göre üstinsan sert bir dissiplinle yaratılmalı,üstinsanın yaranması için,insanların bireysel özgürlükleri kısıtlanmalıdır.

    Fransız felsefesine göreyse insan özgür olmalıdır.Fransız İhtilalinin doğduğu Fransada bu fikir tüm Fransız filozofları arasında yayğın olmuştur.Fransız genel felsefesinde,özgür olmayan bir insanın,hiç bir bilimsel yada zihni olarak gelişemeyeceği düşüncesi en temel ilkedir.

    19 yy Alman felsefesi ise Fransız felsefesindeki "özgür insanın" hiç bir zaman bireysel bir özgürlükle üstinsan olamayacağını,aksine hayvanla üstinsan arasındaki insan evresindeki insanların,bireysel özgürlüklerle büyük ölçüde toplumsal sapma yaşayacağını savunmuştur.
    Bu günki dünyamızda ise özellikle II Dünya Savaşı sonrası liberalizmin de etkisiyle "Özgür İnsan" felsefesi tüm dünyada yankı bulmuştur.Yani,şimdiki dünyamız politikasında üstinsan için değil özgür insan için mücadele veriliyor.Fakat Batıdaki büyük kültürel değerlerin yıkılması,kitlesel yozlaşma,hatta felsefeyi de yıpratmış durumdadır ve özgür insan mı üstinsan mı tartışmasını yapmaya bile güçlü filozoflar kalmamıştır.Avrupada ve Batı dünyasında,genelde tüm dünyada felsefe adeta ölmüş yada derin bir uykuya dalmıştır.

    Artık insanlar,bunu bireysel olarak tercih etmek zorundadırlar,üstinsan mı ? özgür insan mı ?

    Muhafazakarlık nedir ?

    Muhafazakarlık ilk kez,Fransız İhtilali zamanında İngiliz filozof ve aydın Edmund Burke tarafından ortaya atılmış ve tasarlanmıştır.Fransız İhtilali döneminde yaşayan Burke,devrime karşı olan bir düşünür olarak Fransız Devriminin temel ilkelerine karşı,fikirsel alanda bir mücadele başlatdı.O zamanların İngilteresinde,her kes Fransız Devrimine benzer bir devrimin monarşi ile yönetilen İngiltereye de yayılmasından endişeleniyordu.
     Muhafazakarlık,fikri açıdan bir çok monarşi devletinde destek gördü.Başda İngiltere olmak üzere,Rusya,Avusturya,Prusya,Osmanlı gibi bir çok krallık ve imperatorluğu etkiledi.Muhafazakarlığın temel fikiri,teknoloji ve bilimden geride kalmadan,var olan gelenekleri korumaktır.Muhafazakarlara göre,toplum var olduğu zaman dilimi içerisinde büyük bilgi biriktirmiştir ve bu bilgiler olmadan toplumun ne ilmi nede kültürel olarak hiç bir yükselişi mümkün değildir.Bu açıdan,Muhafazakarların en önemli amacı geçmişten gelen kültürel-toplumsal adetleri savunmak ve toplumun bunları kaybetmeden yükselmesini sağlamaktır.
     Muhafazakarlara göre,her bir bireyin aklı farklı görüşe sahiptir ve gücü elinde bulunduran herhangi birinin,toplum üzerinde keyfi değişiklikler yapma,toplumun kültürel değerlerini ve inanc sistemini sarsmaya hiç bir hakkı yoktur.Toplum düzeni yalnızca asırlar boyunca olan bir evrimleşme ve toplumun biriktirdiği enerji ile değişe bilir.
     Muhafazakarlara göre siyasetde alınacak her hangi bir karar toplum terefinden eleştiriliyorsa,o karar alınmamalıdır.Muhafazakarlar,liberalizme ve fazla özgürlüğe de bir tutum sergilemetedirler.Muhafazakarlara göre bireysel özgürlük sınırlı olmalıdır.Sınırlı olmayan bireysel bir özgürlük,toplumun kültürel değerlerini yıprata bilir.

    Muhafazakarlığın siyasetde en büyük etkilerini ABD-de görmekteyiz.Demokrat partiye karşı inamını yitirmiş politikacılar Yeni-Muhafazakarlığı oluşturdu.Yeni-Muhafazakarlık ABD siyasetinde büyük atılımlar yaptı."Vurulmadan önce vurma" politikasını oluşturan Muhafazakarlar,2001-de Afganistan ve Irakla savaşta bu politikayı uyguladılar ve en önemli konumları aldılar.Siyasetde George W Bush gibi önemli kişiler,Yeni-Muhafazakarlar arasından çıkmıştır.

    19 Ekim 2016 Çarşamba

    Almanyanın Birleşmesi-Büyük yükseliş

    Tarihte bir çok devletler kurulmuş,bunlardan bazıları büyük güçler olmuştur.Almanya buna en güzel örneklerden biridir.Kutsal Roma Cermen İmperatorluğunun parçalanmasından sonra Almanyada 40-dan fazla küçük devletler yarandı.Farklı-farklı prenslik,krallık,dükalar oluştu.Bu küçük devletlerin hemen-hemen hepsi yabancı güçlerin etkisindeydi.Güneydeki dükalar,krallıklar başta Baverya,Baden olmak üzere Avusturya,doğudaki küçük devletler Fransa,kuzeydeki bir çok küçük devlet ise Danimarka etkisindeydi.Bir tek bağımsız güç Prusya idi.Yabancı güçlerin etkisinde kalan bu küçük devletler,yabancı güçlerin etkisi ile bir-birileri ile savaşıyor,ortada kazananlarsa yine de o yabancı güçler oluyordu.Napolyon savaşları döneminde Almanyadaki bu durum daha da kötüleşti.Fransa,batıdaki Alman devletlerini birleştirerek Ren Konfederasyonunu oluşturdu.Ren konfederasyonu orduları ile birlikte ilerleyen Fransa,Almanyadaki tek bağımsız olan Prusyayı da yenerek Berlini işğal etdi.Bununla da Almanya tamamen Fransızlar tarafından işğal olundu.Rusya seferinde Napolyonun yenilmesi ile Almanlar için yeni bir umut doğdu.Prusya bundan yararlanarak,tekrar Fransaya savaş açtı.Fransızlara karşı Alman halk birlikleri bir çok yerde gerilla savaşı yapmaya başladılar.Prusya da Almanların kurtarıcısı rolunu üstlenmiş oldu.Napolyonun yenilmesinde Prusya çok önemli bir rol oynadı.Napolyonun yenilmesinin ardından,Alman coğrafyasında büyük milliyetçi akımlar başladı.Bu milliyetçi akımların ana hedefi Almanların tek bir devlet olarak birleşmesiydi.Durum böyle olunca Prusya bu küçük devletleri birleştirmek istemesi ve Almanyanın kürüçü gücü olarak öne çıktı.Fakat,Almanların birleşmesini ne güneydeki Alman devletlerini kontrolünde tutan Avusturya,ne Rusya,nede kuzeydeki devletlere etki yapan Danimarka istemiyordu,bunu en çok istemeyen devlet ise Fransaydı.
     Prusya kısa süre içerisinde Kuzeydeki tüm Alman devletlerini nominal kontrolüne aldı.Prusya bununla da kalmayarak 1834-de güneydeki rakibi Avusturya hariç,tüm Alman devletlerini de kapsayan büyük bir gümrük birliği oluşturdu.Bu birlik,Alman devletlerini bir-birine iyice yaklaştırdı fakat,halen Kuzey ve Güney Alman sorunu yaşamaktaydı.Kuzey Alman devletleri Prusyaya,Güney Alman devletleri ise Avusturyaya nominal bir bağlılık yaşıyordu.
     1848-yılında Alman milliyetçiler bir Alman konfederasyonu kurmaya çalıştılar fakat,Alman eyaletlerinin anlaşmaya varamaması sonucu bu konfederasyon 1848 yılında da dağılmış oldu.Fakat 1850-de tekrar kurulan Alman konfederasyonu,1866-da Prusya önderliğinde mi,Avusturya önderliğinde mi birleşik Almanya sorununun ortaya çıkması ile dağılıcaktır.Bunun ardından Prusya artık  Alman birliğinin oluşturulması için kesin bir sonuca ulaşmak amacı daha da kesin adımlar atmaya başladı.1862-de taç giyen I Wilhelm,Bismarkı Prusya başbakanı olarak atadı.Bismark Almanyanın birleşmesi için "Demir ve Kan" politikasını oluşturdu.Von Moltke de Prusya stratejik ilkelerini yeniden düzenledi.Prusya kısa süre içerisinde Avrupanın en büyük askeri güçlerinden birisi oldu.
     Prusya için ilk fırsat Schleswig-Holstein sorunuyla doğmuş oldu.Schleswig-Holstein nufusu Almanlardan oluşan,fakat Danimarka kontrolündeki bölgedir.Alman konfederasyonu(Avusturya ve Prusya) bu eraziyi Danimarkadan geri istediler fakat sonuç alınamayınca Danimarkaya savaş ilan etdiler.Yapılan 2 savaşın ardından Danimarka savaşta yenildi ve eraziyi Alman konfederasyonunun denetimine verdi.
     Artık ikinci sorun,Alman birliğinin hangi devletin,Prusyanın mı,Avusturyanın mı önderliğinde kurulacağı konusundaydı.Bismark,Avusturyanın Prusyaya savaş ilan etmesi için bir zemin hazırlamaya karar verdi ve Avusturyanın azılı düşmanı olan İtalyayla gizli bir antlaşma yaptı.Hemen ardından Avusturya bu gizli antlaşmadan haberdar olarak kısmı seferberlik başlatdı.Prusyanın bu davranışı tüm Alman devletlerinde büyük kızgınlık yaratdı fakat Bismark buna aldırmadı,çünki,eninde sonunda Alman birliği iki güçten birinin önderliğinde kurulacaktı ve bu güç Prusya olmalıydı.Bismrakın en büyük korkusu Rusya ve Fransanın Avusturya yanında savaşa katılması idi.Bismark hemen Rusya ile bir barış antlaşması imzaladı ve Rusyanın savaşa katılmasını engelledi.Bunun ardından Fransa imperatoru III Napolyonla görüşen Bismark,Fransanın Lüksemburk ve bazı arazileri işğalı durumunda Prusyanın sessiz kalacağını söyledi ve Fransayı da savaş dışı bıraktı.Artık hiç bir tehlike kalmayınca,Avusturya ile savaşa atılan Prusya-İtalya birlikleri Königgratz savaşında Avusturyayı yendi.Bununla da tüm Alman devletleri Prusya etirafında birleşmiş oldu ve Prusya önderliğinde bir Alman konfederasyonu oluşturuldu.Avusturya bu konfederasyondan dışarda bırakıldı.

    Almanyayı tamamen elinde toplayan Prusya,en azılı düşmanı Fransa ile savaşmak için bir behane aramaya başladı.Bu behane de İspanya tahtı üstünde ortaya çıktı.1868-deki isyan sonucu tahtından indirilen II İsbaelladan sonra İspanya tahtı boş almıştı ve İspanya uyğun bir Katolik kral arıyordu.Üç kral teklif edilse de bölgede gücü elinde bulunduran Fransa imperatoru III Napolyon tarafından tüm teklifler reddedildi.Durum böyle olunca İspanya Hohenzollern ailesinden Leapoldu kral yapma teklifini etdi.Bu teklif de Fransa tarafında reddedildi fakat,Bismark Leapoldu teklifi kabul etmesi için cesaretlendirdi.Bundan hemen sonra Fransa dış işleri bakanı Gramont Prusya kralı Wilheme kesin ve net bir dille yazılmış bir ultimatom vererek,Leapoldun teklifi kabul etmesi durumunda Fransanın buna tepkisiz kalmayacağını söyledi.Bu durum üzerine savaş sebebkarı olmak istemeyen Leapold adaylıktan çekilerek krizi sonlandırdı fakat Berlindeki Fransa sefiri konunun kapanmasına izn vermedi ve doğrudan Prusya kralı Wilhelmin yanına giderek,Prusyanın hiç bir Hohenzollernun İspanya tahtına oturmasını hiç bir zaman desteklemeyeceği yönünde açıklama yapmasını talep etdi.Hal böyle olunca Bismark Fransadan gelen ultimatomunu kısaltarak halka okudu ve genel bir seferberlik başlatdı.Fransada da halk savaşı destekledi.

    Artık Fransayla savaşa giren Prusya önderliğindeki Alman konfederasyonu,gelişmiş ordu taktikleri sayesinde Fransızları ağır bir yenilgiye uğratdı.Devam eden bir dizi savaştan sonra,Prusya ordusu Sedanda,Fransa imperatoru III Napolyon ile birlikte tüm ordusunu esir aldı.Fransa ezici bir mağlubiyyet almış,Prusya ve Alman konfederasyonu ise muazzam bir zafer kazanmıştı.Fransada yeni hükumetin gelmesi ile savaş yeniden devam etdi.Almanlar sonunda Parisi de ele geçirdi ve Fransaya ağır yenilgi şartlarını imzalatdılar.Antlaşmaya göre Fransa 1807 senesinde Napolyon savaşları döneminde Prusyaya değen zararı karşıladı,Alman nufusun yoğun olduğu Alsace ve Lorraine Almanyaya verildi.Ardından Parisde Versay sarayındaki Aynalar Galerisinde,Alman İmperatorluğu ilan edildi.I Wilhelm Alman imperatoru oldu.(1871)
     Bununla da Almanya ve Alman halkı gücünü tüm dünyaya isbatlamış oldu.Küçük,darmadağın bir haldeyken toparlanıp muazzam bir güç haline gelen Almanya,her şeyde gelişti ve İngiltereye,Rusyaya kafa tutar hale geldi.Bu günümüzde de Almanyanın birleşmesi tüm halklar için en iyi örnektir.

    18 Ekim 2016 Salı

    Otuz yıl savaşları ve büyük değişim

    Günümüze kadar dünya bir çok savaşa şahitlik etmiştir.Fakat öyle savaşlar vardır ki,sade bir savaş olmakla kalmamış,bir çok önemli şeyi de değiştirmiştir.Bu savaşlardan birisi de Otuz yıl savaşıdır.Savaş 1618 ve 1648 yılları arasında Avrupada yapılan ve çoğu Avrupa devletinin katıldığı büyük bir savaşdır.Avrupada yapılan en yıkıcı ve acımasız savaşlardan birisidir.Savaş ilk başlarda Kutsal Roma Cermen İmperatorluğundaki protestan ve katolik şehir devlet ve eyaletleri arasında bir iç savaş niteliğindeyken,kısa süre sonra tüm Avrupayı sarmıştır.Bu savaş Avrupanın gördüğü son büyük din savaşıdır ve toplamda 8 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır.Savaşın başlama nedenlerinden en önemlisi Roma Cermen İmperatorluğundaki Kuzey Protestan Devletlerinin,Protestanların haklarının kısıtlanmasına karşı çıkmasıdır.Haklarını talep eden Protestanlara karşı Yeni İmperator II Ferdinand  aşırı derecede baskıcı davranmıştır.II Ferdinant katı bir katolikti ve ülkesinde Protentanların yükselmesine izn vermek istemiyordu.Diğer taraftan Avrupada Protestanlık hızla yayılmakta idi ve katolikleri büyük ölçüde etkiliyordu.Hal böyle olunca 1618 yılında Protestanlar Bohemyada(şimdiki Çekya) büyük bir isyan başlatdılar,başlayan bu isyan uzun sürecek olan savaşlar için behane oldu.İspanya ve Papalık Kuzey Avrupada Protestanlığı zaten güçlendirmek istiyordu,Fransa ise Avusturya İmperatorluğunun gücünü kırmak istiyordu.Protestanların ayaklanma başlatmasıyla,Kuzeyde ve Baltıkta egemen olan İsveç ve Danimarka "Protestanlığın Kutsal Savunucuları" olarak savaşa girdiler,öte yandan,Baverya,Papalık,İspanya da savaşa "katolikleri savunma" amacı ile dahil oldu.Savaş çok uzun sürdü,Danimarka savaşa girdikten kısa süre sonra mağlup olarak çekildi,Kuzey Protestanları ağır bir yenilgiye uğradı,fakat her şey bununla da bitmedi,ardından İsveç savaşa girdi bir dizi zaferler kazanan İsveç sonda Lützen savaşında mağlup oldu.İsveç kralı II Gustav bu savaşda ölünce,İsveç de savaştan çekildi.Her şey Protestanların aksine gidiyordu.Her şey tam bitmişken,Fransa,bu savaşta kazanılıcak olan zaferin İspanyanın kıta Avrupasındaki gücünü artıracağını farketdi ve kendisi Katolik bir devlet olmasına rağmen,Protestanların yanında savaşa girdi.Fransa Hollanda ile ittifak kurdu,az sonra bu ittifaka savaşdan çekilmiş olan İsveç yeniden katıldı.İspanya ise,İspanya Hollandasından (Belçika) güneye doğru Fransayı işgale başladı,başlarda Fransızlar ağır kayıplar vererek Parise kadar geri çekildiler.Fakat Paris altında olan savaşta İspanları yenmeyi becerdiler.Bununla da savaş Protestanlardan yana döndü.Protestanlar bir çok yerde katolikleri ezdi.İspanya Paris altında aldığı yenilgiden sonra Fransayı denizlerde yenmeğe çalıştı fakat Hollandaya karşı giriştiği 2 önemli deniz savaşını kaybetmesinden sonra,İspanya tüm cebhelerde yenilgiye uğradı ve savaştan çekildi.

    İspanyanın çekilmesinin ardından savaşan devletler Vestfalya barış antlaşmasını imzaladılar.Avrupa sınırları büyük değişime uğradı.Fakat en önemli şey Protestan mezhebinin Avrupada resmi mezheplerden biri olarak kabul edilmesi oldu.İsviçrenin de bağımsızlığı tam tanınmış oldu.İsveç Pomeranyayı alarak Almanya içine doğru genişledi.Savaştan sonra Fransa Avrupanın en güçlü devleti oldu.Bir zamanların en güçlü imperatorluğu olan,Kutsal Roma İmperatorluğu parçalanarak şehir devletlerine bölündü.Fransız yazar Voltairenin de dediği gibi:Kutsal Roma Cermen İmperatorluğu artık ne kutsal,ne Romalı,ne de imperatorluktu.

    Toprak değişimlerinden ziyade bu savaştan sonra Avrupa yeni bir döneme girdi.Bu savaştan sonra artık siyasal amaçlar dinden daha önemli olmaya başladı.Dinin siyasetdeki rolü azalmış oldu.Artık Avrupa kendi siyasi çıkarlarını dine bakmaksızın izleyen,istediği tarafda dine ve mezhepe bakmaksızın yer alan,ittifaklar kuran ve büyük savaşlar yapan,tam bağımsız ve modern devletlerden oluşacaktır.Bu günki modern devletlerarası sistem ve devlet sistemi ve Vestfalya barışı ile kurulmuş oldu.

    17 Ekim 2016 Pazartesi

    Dinlerin siyasallaşması üzerine


    Dinler genellikle doğaüstü,kutsal,ahlaki öğretiler taşıyan yaşam felsefeleridir.Dünyada en yaygın dinler İslam,Hristiyanlık,Hinduizm,Budizm,Şintoizmdir.Şübhesiz,Tengrizm,Sihizm,Zerdüştilik,Çendoizm ve Behailik gibi dinler de vardır fakat fazla yaygın değildirler.Dinler insanların bireysel yaşam felsefesidir fakat dinleri siyasetsiz ve siysaseti dinsiz düşünmek mümkün değildir.Din ve Siyaset o kadar iç-içedir ki,bunu ilkel dinler yarandığından beri görmek mümkün.İster eski Yunan dinlerinin Yunan şehir devletlerine etkisi olsun,ister eski Antik Mısır dinlerinin o zamanki Mısır devletine etkisi olsun,isterse de İbrahimi dinlerin başlanğıcından beri siyasete yaptıkları büyük etkileri olsun,dinin siyasete yaptığı etkiyi gözardı etmek mümkün değil.Her din yarandıktan sonra mutlaka siyasallaşır,siyasallaşmayan hiç bir din yayılamaz ve güçlenemez.Buna bir çok örnek vere biliriz fakat her kesin daha iyi analay bilmesi için ve bu günkü günümüz için buna en güzel örnek İslam dinidir.İslam dini yarandıktan ve Arap yarımadasında istikrarı sağlayıp,tüm arap kabilelerini birleştirdikten sonra,İslam dininin yayılması ve müsülmanları korumak için bir makam oluşturuldu-Halifelik.Halifelik,Hz.Muhammedin ölümünün ardından oluşturulan bir yönetim makamıdır.Kısa anlamı,"yerine gelen" demektir.Her ne kadar ilk başlarda siyasi anlamının olmadığı söylense de,Halifelik siyasi bir makamdı.Helifenin nasıl seçileceği kesin kurallara bağlı değildi,bu yüzden de Peygamberin ölümünün ardından müsülmanlar iktidar kavgasına tutuşdular.Alinin halife olmasını isteyenler ve Ebu-Bekrin halife olmasını isteyenler olarak müsülmanlar ikiye bölündü.Bu gün bunun etkilerini şii-sünni ayrımı olarak görmekteyiz.Daha sonra Ebu-Bekr halife oldu ve 4 halife devrinde İslam dini savaşlarla İrana,Mısıra,Livyaya,Suriyeye,Iraka,Tunusa yayıldı.Her şey bununla da bitmedi,bir çok İslam devleti kuruldu ve "İslamı yaymak" amacı ile bir çok yerde fetih girişimlerinde bulunuldu.Dinin siyasallaşmasını Hristiyanlıkda da çok açık bir şekilde görmek mümkün.Hristiyanlığın yayılması ile Roma imperatorluğu yıkılmış ve Doğu Roma tümden Got ve Andalların işgaline maruz kalmıştır.Daha sonra Avrupaya yayılan Hristiyanlık ile Vatikan kilisesi kuruldu ve Hritiyanlık Avrupada kurulan bir çok devlet içerisinde Fransız İhtilaline kadar çok güçlü siyasi bir etki yapmaya devam etdi.Hritiyanlığın devlet içindeki etkisi 12-ci yüzyılda tüm Avrupadaki devletleri birleştirerek Haçlı seferlerini başlatacak kadar güçlüdür.
     Eski İbrahimi dinler Musevilik ve Zeburi(Tövrat) dinleri de eski çağlarda politikayla iç-içe olmuştur.Eskiden İsrael krallığında bir çok kralını da dini mabedler ve o zamanki din cemaatleri seçmiştir.Bu krallardan en bilinenleri Hz.Suleyman ve Hz.Davutdur.

    Kısaca,yarandığı günden beri tüm dinler politikayla iç-içe olmuş,ya politika tarafından kullanılmış yada politikayı kullanmıştır.Din ve siyaset hep birlikte olmuştur,fakat bu yinede dinlerin kötü olduğunu göstermez,her din gerçek kökeninde iyiliği temsil eder.Ancak ne acıdır ki,insanlık var olduktan beri dinlerin çoğu siyasallaşarak radikal bir tutum sergilemiştir ve bu gün de bu böyledir.Gerçek din adeta kaybolmuş ya kuramsallaşmış yada radikal bir tutumla büyük savaşlara neden olmuştur ve olmaktadır.Bunu her ne kadar dünyadaki bir çok devlet laik ve seküler uygulamalarla dinin politikaya karışmamasına çalışsa da din hala politikaya büyük etkiye sahipdir ve tüm dinler siyasallaşmıştır.Dinlerin politika içindeki yerini kısaca anlatmak gerekirse:En büyük politika dindir lafı,tam yerine düşmektedir.

    16 Ekim 2016 Pazar

    Devlet nedir ? Nasıl ortaya çıktı ?

    Devlet nedir ? Nasıl ve niye ortaya çıktı ? Devletin insanların yaşama sorunlarını çözmek için ortaya çıktığı düşünülmektedir.Fakat bundan başka da teoriler vardır,bu teorilerden en önemlilerdeen birisi,insanların çatışma potansiyelinin olduğundan devletin nizamı kurmak için ortaya çıktığıdır.Fakat insanlığın devletsiz yaşadığı zamanlar da olmuştur.Peki önceleri,devlet niye yoktu ? Neden insanlık tarihinde devlet sonradan ortaya çıktı ? Bu sorunun yanıtı,güç kullanma ve egemenlikle alakalıdır,yani,insanlık zaman geçtikce büyük güçlerin onları koruması ve yönetmesine ihtiyaç duymuş,bundan sonra ise devlet meydana çıkmıştır.Fakat,devlet eski zamanlarda modern dönemde olduğu gibi değildi.Eskiden merkezi oteritenin belirginleştiği bir çok sisteme de devlet denilmiştir.Modern devleti kendisinden önceki devlet sistemlerinden ayıran en önemli fark,önceki sistem ve örgütlenmelerde çoklu ve bölünmüş iktidar yapılarının mevcut olmasıdır.Yani,kral,tek otorite değildi,kralın etrafındaki bir çok dük,baron,kont ve valiler de belirli sınırlar içinde bazı meşru yetkilere sahipdiler.Eski sistemlerde dinin de rolü çok büyüktü,eski Avrupada Hristiyanlıktan sonra din adeta devletin içindeydi ve çok büyük yetkilere sahipti.Modern devletin çıkışı ve şekillenmesi ise Onaltıncı ve Onyedinci yüzyıllarda Fransa başta olmak üzere,İngiltere,Prusya,Rusya ve bir çok Avrupa devletinde oluşmaya başladı.Bu oluşum ana nedenleri ise dini etkinin zayıflaması,ülkelerin toprak genişletmesinden doğan bürokratik değişimler,aynı zamanda seküler burjuazinin yükselişiydi.

    Modern devirde devletin beş ana özelliği vardır.Bu beş ana özelliğe sahip olan her hangi bir sistem devlet olarak kabul edilmektedir:

    1.Egemenlik:Devlet,toplumdaki tüm kurum,örgüt ve grupların üzerinde yer alır ve hepsi üzerinde sınırlanmamış bir iktidarı temsil eder.

    2.Kamusallık:Sivil toplumdaki tüm bireysel ihtiyaçların karşılanması.Devlet bunu özel kurumların tam aksine kamusal oraganlarla yapar.Maaş,sağlık,iş gibi bir çok şey buna dahildir.

    3.Meşruluk:Devletin "ortak iyi"yi ve toplumun iyiliğini ve halkın çıkarlarını yansıtdığı düşünülür.

    4.Hükmetme:Devlet otoritesini zorla destekletir.Devlet yasalara uyulmasını emreder ve bununla da toplumsal düzeni ve adeleti korumaya çalışır.Devlet yasalarını çiğneyenlere ceza verme yetkisine sahiptir.

    5.Coğrafi alan:Devletin nufuz alanı coğrafi olarak tanımlanmıştır ve vatandaşı olup olmayan her kesi kapsar.

    Fransız İhtilalinden sonra yaygınlaşan her bir ideoloji de devlete farklı bir açıdan yanaşmıştır.Örneğin sosyalistler devleti "geçici kötülük" olarak görürler ve devletin hep egemen sınıfın çıkarlarına hizmet etdiğini,bunun ahaliye ve insanlığa hiç bir yararının olmadığını savunurlar.Liberaller devlet yetkilerini kısıtlamanın ve "minimal devlet"in tarafındadırlar.Liberallere göre devlet hiç bir bireysel özgürlüğe karışmamalıdır.Muhafazakarlar ise devletin müdahaleci olması gerektiğini,onun hem ekonomiye hemde toplumsal düzene direk etki etmesi gerektiğini savunmuştur.Milliyetçiler ise devletin,milletin yükselmesi ve güçlenmesi için bir araç olduğunu savunurlar.Milliyetçilere göre "devlet çıkarları" yoktur,yalnızca "milli çıkarlar" vardır.Anarşistler ise devletin ortadan kalkması gerektiğini savunurlar ancak devlet ortadan kalktıkdan sonra yaranacak kaosda ne olacağı hakta kesin bir görüşe sahip değildirler.
    Devlet hakta ne kadar farklı fikir olursa olsun,devlet nizamın sağlanması,adaletin kısmen de olsa sağlanması ve bir çok açıdan insanlık için inkar edilemeyecek bir şeydir.

    Milliyetçilik-Ortaya çıkışı ve Kısa tanımı





    Milliyetçilik,Fransız İhtilali sonrası ideolojik olarak ortaya çıkmıştır.Fakat Fransız İhtilalinden önce de milliyetçilik var olmuştur.Sadece,bir fikir akımı olarak var olmamıştır ve dünya siyasetine etkisi Fransız İhtilalinden sonra olduğu kadar güçlü olmamıştır.Milliyetçilik,Fransız İhtilalinden sonra dünya sınırlarını tümden değişmiş,ortaya yeni-yeni devletler çıkmıştır.Milliyetçilik hakta bir çok teoriler söylenmiş fakat günümüze kadar tam bir teorik dayanağa kavuşturulmamıştır.Çünki,milliyetçilik her ulus ve her kavim için büyük farklılıklar göstermektedir.Milliyetçilik teorik olarak vatanseverlik,militarizm,şovenizm,etnik ayrımcılık,ekonomik milliyetçilik,ulusalcılık,anti-emperyalizm,yayılmacılık,romantizm gibi bir çok dayanağa köklenmiştir.


    Millet sözü kökeni arapça olup,"bir mezhebe bağlı olan cemaat" anlamını vermektedir.Millet sözü ilk defa olarak,1792 yılında Fransız devrim savaşları zamanı Valmy muharebesinde General Kellermanın şapkasını çıkararak "La Viva Nation" (Yaşasın Millet) demesi ile tarihe ayak basmıştır.Bu söz Valme savaşının tüm gidişatını değişmiş ve Fransızlar zafer kazanmıştır.Millet sözünün Türkçe karşılğı "ulus" kelimesidir.


    Peki,Fransız İhtilali milliyetçiliği nasıl ifade ede bilmiştir ? Çünki Fransız İhitlali cümhuriyyetçi ve radikal demokratik bir devrimdir.Bu soruya en iyi yanıt,Fransız Devriminin 3 ana sloganında saklıdır:Eşitlik,Özgürlük ve Kardeşlik.Burda sloganın kardeşlik kısmına dikkat etmeliyiz,çünki milliyetçilik de,kendi gücünü kardeşlikden almaktadır.Burda kardeşlik koca bir milleti bir aile olarak görme,aynı millete kan bağı ve siyasi anlamda bir kardeşlik demektir.Peki milliyetçiliği bu kadar özel kılan nedir ? Bunun anlamını kavramak için tekrar Valmy savaşına dönelim.Valmy savaşı Fransız cümhuriyyeti ile Prusya,İngiltere ve Avusturya gibi monarşi devletleri arasındaki bir savaş ve bir savaştan çok bir dönüm noktasıdır.Cümhuriyyet Fransasına karşı tüm monarşi Avrupası toplanmış ve kendilerinden sayıca az,güçsüz,eğitimsiz olan Fransız ordusu ile Valmyde karşılaşmıştır.Fransız ordusu sayıca yarısı halktan bir yarısı da gönüllüler ordusundan meydana geliyordu.Buna karşın Prusya,Avusturya ve İngiltere orduları sayıca fazla aynı zamanda tam profesyonel ordulardı.General Kellerman savaşın ortasında şapkasını çıkardı ve "La Viva Nation" diye bağırdı.Bu söz tüm savaşın gidişatını değiştirdi,Fransızlar saldırarak tüm düşman ordularını yenilgiye uğratdılar.Millet kavramının kardeşlikten güç aldığını biliyoruz,Valmy savaşı da milli bir sadakat ve kardeşliğin her türlü krala olan sadakatdan daha üstün olduğunun bir kanıtıdır.İşte bu kardeşlik,vatandaşlığı doğurdu.Bu gün hepimiz ülkenin vatandaşları olarak,askere gidiyor ve ülkemiz için vatana olan borcumuzu ödüyoruz.Kısaca tüm "Vatandaşlık görevleri" de milliyetçilikle sık bir şekilde alakalıdır.


    Milliyetçilik,Nopolyon savaşlarından sonra,İtalyada ve Almanyada hızla yükseldi,40 tane Alman devleti birleşerek Alman İmperatorluğunu kurdu,İtalya ise Papalığın gücünü kırarak,Birleşik İtalyayı kurdu.Milliyetçilik bununla da sınırlı kalmadı,dünya düzenini yeniden kurdu ve kurmaya devam ediyor.Fakat milliyetçilik yalnız vatandaşlık,kardeşlik,birlik gibi iyi şeylerin yanı sıra bir çok soykrımlara,I ve II dünya savaşı gibi devasa savaşlara da yol açtı.Ulus devletleri döneminde yaşamamıza bakmaksızın,milliyetçiliğe liberal Batı dünyasında II dünya savaşı sonrası çok kötü bir anlam yüklenmiştir ve Milliyetçilik hep Faşizm ile karıştırılmaktadır.Fakat yinede milliyetçilik hala dünyada etkin bir güç olarak kalmaya devam ediyor.

    15 Ekim 2016 Cumartesi

    ABD-nin gizli tarihi

    ABD-nin kuruluşuna ve tarihine baktığımızda bunun yalnızca bağımsızlık bildirgesi ile sınırlı olmadığını,kurulması ve örgütlenmesinin kökenlerinin çok daha derinlerde olduğunu görmekteyiz.Bu derin tarihe bakmadan önce,Avrupa derin tarihinin başlanğıç noktası olan Tapınak Şovalyelerine bakmamız gerekiyor.Çünki masonluk,illuminati,gül-haç gibi bir çok örgütün temellerini Tapınak Şovalyeleri atmıştır.
    1236-cı yılda Tapınak Şovalyelerinin gizli bir belgesinde,Almanyada "İşık İmperatorluğunun" kurulacağından bahs ediliyordu.Sonraki Alman Tapınakçılar Berlin Tempelhofunu kurdular ve Berlini "Yeni Babilin Kuzey Başkenti" ilan etdiler.Alman Tapınakçılar da diğerleri gibiydi fakat amaçları daha farklıydı.Onlar diğer Tapınakçılardan 3 esas amaçlarından dolayı seçiliyordu.

    1.İlkin Hristiyan kilisesi gibi bir kilise kurup,ilkin hristiyan inancına bağlı bir toplum oluşturmak ve Tövrat kökenli(yahudi dini iudaizm gibi) tüm inançları ortadan kaldırmak.

    2.Musevi/Hristiyan kilisesi ile tüm faiz,para ve ticareti ortadan kaldırmak.

    3.Mutlak monarşileri yıkıp,aristokrat ve cümhuriyyet tipli bir sistem kurmak


    Fakat Alman Tapınakçıların şansı iyi gitmedi ve Haçlı seferlerinde Kudüsü alamadılar.Daha sonra Papalık tüm Haçlı seferlerini durdurdu ve tüm tapınakçılara silahlarını bırakmasını emretdi.Bu zaman Alman tapınakçılar silahlarını bırakmayacaklarını söylediler ve Papalığa karşı isyan çıkardılar.Papalık ise Alman Tapınakçılarını bastırması amacı ile Fransa kralı IV Philipi görevlendirdi.IV Philip hücum edip tam Alman Tapınakçıları ezdi ve soykrıma uğratdı.Sağ kalan Alman Tapınakçılar kaçıp,o zamanki yeni oluşan Mason loncalarına koşuldular ve ilerde Protestant gücü destekleyib 30 yıl savaşları sırasında Papalıkdan acımasız bir intikam aldılar.Her şey bununla da bitmedi,14-cü yüzyılda İlluminati adı ile ortaya çıktılar.İlluminatinin Almanyadaki en güçlü teşkilatı Gül ve Haçı da onlar kurdular.Gül ve Haç örgütü zamanla Protestantları güçlendirdiler ve yayılan Protestant güç ilerde George Washington,General LaFayette ve Benjamin Franklin gibi mason liderleri yetiştirdi ve onların önderliğinde ABD-nin kurulmasında aktif bir rol oynadı.ABD Bağımsızlık Bildirgesini ve ABD Anayasasını da onlar yazdılar.Yani kısaca ABD-nin de kökeninde Alman Tapınakçılar vardı.

    Nasyanal Sosyalizmin Kısa Özeti


    Nasyonal Sosyalizm,etnik bir milliyetçilik ile korperatif ve Marksist olmayan sosyalizmi birleştiren ırkçı,anti-kaptalist,anti-kommunist,anti-semitik,anti-Marksist bir siyasi görüştür.İlk önce İtalyada Benito Mussalinin faşizm akımından etkilenilerek siyasal yükselişe geçmiştir.Fakat ideolojik olarak,Nasyonal Sosyalizmin tarihsel kökenleri bir çok yere bağlıdır.İdeolojik olarak ilk kez 1898 yılında Fransız teorisyen Maurice Barres tarafından oluşturuldu.O dönemin Avrupasında 2 esas güç olan sosyalizm ve milliyetçiliğin bir araya getirilmesi fikrini ve temel doktrinlerini belirleyen Barres,Marksist bir sosyalizmin dünya için çok büyük bir tehlike olduğunu,yalnızca ulusal ve milli bir sosyalizmin Avrupadaki tüm halklar için bir kurtuluş yolu olduğunu savunmuştur.Barrese göre işçiler kendi ulusundan ve ulusunun iyiliği için çalışan işverenlere değil,ülkedeki yabancı işverenlere ve onların destekçilerine karşı savaşılmalıdır.Barresin düşüncelerinden etkilenen Adolf Hitler siyasete atıldıktan sonra bir çok toplantıda "milliyetçi ve sosyalist" fikirleri halka aktarmaya başladı.II Dünya savaşından yenik çıkmış Almanyada toplum milliyetçiler ve sosyalistler olarak bölünmüş,bu da ülkede geniş kaos ortamına yol açmıştı.Hitlerin bu fikirleri halka aktarması ile hem milliyetçiler hemde sosyalistler aynı çatı altında kısaca Nasyonal Sosyalizm altında birleşmiş oldu ve ortaya muazzam bir güç çıktı.Bir kaç yıl sonra Nasyonal Sosyalistlerin sesleri daha çok çıkmaya başladı ve ülkenin tartışmasız en güçlü siyasal gücü oldular.

    -Nasyonal Sosyalizm en esas gücünü kitlelerin birlikteliğinden alıyordu.Kitlelerin millileştirilmesi bunun en güçlü örneği idi.Kitlelerin millileştirilmesi kısaca "Hangi ideolojiye ve hangi fikre sahip olursan ol,ulusun için çalış" görüşüne dayanıyordu.

    -Nasyonal Sosyalizme göre dünyada 2 temel kavim vardır.Bunlar "medeniyyet kurucuları" ve "medeniyyet yıkıcıları" idi.Bu açıdan Almanlar ve Ari ırklar medeniyyet kurucuları ve diğerleri ise medeniyyet yıkıcıları idiler.Medeniyyet yıkıcıları yok olduğunda ve medeniyyet kurucuları dünyayı yönettiğinde,dünya çok daha iyi bir yer olacaktı.

    -Nasyonal Sosyalizmin ve Adolf Hitlerin yükselişinde şübhesiz bir çok başka "gizli kahramanların" da rölü olmuştur.Hitler kendi başına bu kadar yüksek bir yere gelemezdi.Bu adamların en önde gelenlerinden biri Rudolf von Sebottendorfdur.Sobettendorf çok gizli kişiliğe sahip birisidir.Hakkındaki bilgiler çok kısıtlı olmakla beraber Hitleri ve tüm Nazi büyüklerini yetişdiren insandır.Kendisi Alman olmayan Sobettendorf Sorb asıllıdır gerçek adı Alfred Rudolf Glauerdir.İstanbulda Alman kökenli Amerikan vatandaşı olan Baron Heinrich von Sobbetdorf Glaueri evlat edinmiştir.Sobettendorf bir çok dilde akıcı bir şekilde konuşmuş,Neo-Paganizmin ve Alman milliyetçiliğinin fikir babası olan Guido von Listden eğitim almış,daha 14 yaşındayken Batı ezoterizminin ve gizli biliminin fikir "babası" olan Helena Petrovna Blavatskyden ders almış,3 sene Tibetde gizli bilimlerin eğitimini almıştır.Gül ve Haç isimli tarikata da üye olduğu bilinmektedir.


                                                            (Rudolf von Sebottendorf)


    Kısaca Nasyonal Sosyalizmin kökenleri çok derindir.Hakkında binlerce fikir söylenmiş ve yüzlerce araştırılma yapılmıştır fakat hala kesin ve tutarlı bir sonuç alınamamıştır.Adolf  Hitlerin de dediği gibi:
    "Eğer insanlar Nasyonal Sosyalizmi yalnız siyasi bir ideoloji olarak görüyorlarsa,Nasyonal Sosyalizm hakta çok az şey biliyorlar demektir.

    Mete Hanın hayatı

    Mete han MÖ 234 yılında doğdu.Bir çok yerde Oğuz Kağan Destanındaki Oğuz Kağan ile aynı kişi olduğu düşünülmektedir.Mete han Türk tarihinde ve Asyanın steplerinde bilinen en eski ve güçlü hükümdarlardan biridir.Türk tarihinde Mete hanın özel biri yeri vardır.Çünki,onun devrinde babası Teomanın kurmuş olduğu Asya Hun İmperatoruğu en güçlü dönemini yaşamıştır.Fakat kağan olana kadar da çok zor bir hayat sınavından geçmişdir.Çin kaynaklarında anlatılanlara göre,Mete hanın babası ve Asya Hun İmperatorluğunun kurucusu Teoman han,Mete han yerine Çinli bir hatundan olan diğer oğlunu tahta çıkarmak istedi.Fakat Türk Törelerine göre tahta temiz kanlı bir Türk geçmeliydi.Bu yüzden Mete han babasına haklı itirazını bildirdi.Bu durumdan dolayı Mete hanın üvey annesi Teoman hanı doldurdu ve o zamanlar Hunlarla araları kötü olan Yüeçilere Meteyi rehin olarak gönderdi.Daha sonra Teoman han Yüeçilere savaş ilan ederek Meteyi öldürtmek istedi.Fakat Teoman han Yüeçilere saldırmazdan önce Mete han onların elinden kaçmıştı.Kaçmayı beceren Mete han kısa süre sonra babası tarafından yakalanmış,fakat babası bu kadar zorlukları atlata bildiği için Metenin emrine on bin kişilik bir kuvvet vermiştir.Fakat Mete han babasını ahv etmiş değildi ve kısa süre sonra isyan edip,babasını,üvey annesini ve üvey kardeşlerini öldürüp Kağan oldu.Kağan olduktan sonra Donghu üzerine yürüdü ve onları yendi.Donghular her sene vergi vermeyi kabul etdiler.Donghuyu yendikten sonra Tunguzlar,Mancurlar gibi halklar Metenin egemenliğini kabul etdi.MÖ 177-165 yılları arasında eski düşmanları olan Yüeçiler üzerine sefer düzenledi.MÖ 203-de Yüeçileri tam olarak yendi ve onları kendi egemenliği altına aldı.Hun İmperatorluğunun böyle yükselişi Çinde egemen olan Han hanedanını çok rahatsız ediyordu.Bu yüzden MÖ 200-de Han Hanedanı imperatoru Gaozu(Gao-Di) o dönemin en büyük ordularından 320 bin kişilik bir ordu ile Hun toprakları üzerine sefere çıktı.Fakat Mete han tarafından Baideng kalesinde ordusu ile birlikte kuşatıldı ve Mete handan barış istedi.Barış şartlarına göre Çin tüm kuzey eyaletlerin Hunlara bıraktı ve yıllık vergi ödemeyi kabul etdi.Aynı zamanda barış şartlarına göre Han hanedanının tüm prensesleri Hun Kağanlarının karıları olacaktı.Mete Han iktidarı döneminde çok güçlü bir devlet kurmuş,devletinin sınırları kuzeyde Baykal gölünden güneyde Çin içlerine,doğuda Mancuryadan batıda Türkistana kadar genişlemiştir.Fakat Mete handan sonra kurmuş olduğu devlet iç kargaşalara yönelmiş ve sonunda gücünü kaybetmiştir.
    .